22 Ağustos 2014 Cuma

Yatak, yemek ve Harvey Specter.

Şimdi eşim dostum beni hasta sanıyor yastayım hiç kimse bilmiyor. Şaka şaka diyeceğim, ama durum daha da kötü. Hastayım ve dostlarım beni arayıp sormuyor. Annem, babam kardeşlerim dahil. Ayrıca bünyem o kadar bozuk ki, Ferhat Göçerin şarkisini mırıldanıp duruyorum. Yok adam belki çok sağlam müzisyendir ama ben bilmiyorum, dinlemiyorum. Nerden yerleştiyse bilinç altıma. Diyorum iste hastayım kimse inanmıyor. Yoksa Ferhat Göçer dinleyebilecek duygusallık yok bende. Yok yastaymış ama dostları bilmiyormuş hasta sanıyorlarmış, kızı bile varmış ve evliymiş sevmediği bir kadınla. Piç ya niye evlendin o zaman. Vesaire filan neyse.

Yazın ortasında millet bikinisini giyip happy hour saatlerinde zıplarken, ben grip olmuş yatıyorum. Grip mi oldum onu da bilmiyorum, burnum akmıyor yani ama ayağa kalktığım an beynim akıyor, dünya dönüyor. Kaburgalarımın arasına bıçak saplanıyor gibi ve en kötüsü iştahım fil gibi. Dünyaları yedim şu iki günde. Sucuklu kaşarlı tostlar, çorbalar, hektarlarca çay, Nutella arası ekmekler. Nutella arası evet. Bir dilim ekmeğe yarım kavanoz Nutella gidiyor çünkü. Ögrkk midem bulandı demeyin ve hasta bir insanın iştahı sıfır olmalı da demeyin. Benim bünye doğuştan iki kişilik olduğu için her zaman tavan yani. 

Ateşim var mi onu bilemeyeceğim. Malum kimse arayıp sormuyor, ateşimi ölçende yok. Dimi annneee! Hani okursan yazıyı belki vicdan yaparsın. Ayy hasta olunca da hiç çekilmiyorum. Kadıncağız zaten haftada 60 saat çalışıyor. Bende de bir nazlar bir çocuksu hareketler. Ama ihtiyacım olan bu, bir çorba getirenim bir ateşimi ölçenim, aa canim gel film izleyelim neşen yerine gelir diyenim. Yok arkadaş yok. Bu arada acayip nankör oluyorum hasta olunca şuan fark ettim. Dün akşam hadi hazırlan çıkıyoruz kendine getireceğiz seni diyen arkadaşlar. Sabah “Nasıl oldun lan” diye mesaj atan antenime(kod ismi Anten). Seviyorum sizi.

En son üç sene önce hasta olmuştum. En sevdiğim özelliklerimden biri, bünyem domuz gibidir. Ama işte arada bir yakalanıyorum bende hastalığa. Üç sene önce de kendimi böyle kitlemiştim. Gripten değil sanırsın yalnızlıktan ölmek üzereydim. Kendimi hiç öyle kötü hissetmemiştim. Sanki kolumu testereyle kesmişlerde öylece zalimce bırakmışlar gibiydim. Yaralı yavru ceylan gibi günlerce yattım o yatakta. Gerçekten şimdi tekrar hatırlayınca üzüldüm o halime. Sevgili babuşka’m bana tarhana çorbası yapmıştı. İykk o neydi kızım öyle tarhana tarlasını yiyeydim daha lezzetli olurdu, ama içinde ki sevgi mis mis. Unutmadığım şeylerden biri yani. Sağol babuşka! O kendini biliyor. Ve buz adam’dan gecenin yarısı gelen “nasıl oldun” mesajı. Şuan dejavu oldum gibi tekrar yatak döşek düşünce. Bazı şeyler unutulmuyor.

Bu arada Allahım sen koru kimseye ağır, şifası olmayan hastalık verme. Bak ilik donor’u bile oldum aslında okadar da bencil biri değilim. Hatta organlarımı da bağışlamayı düşünüyorum. (Ay günah kızım Allahın verdiğini dırdırdır... diye bana etik, her şeyin doğrusunu bilen Müslüman kesilip tartışma açmayın.) Daha araştırıyorum ama yapacağım bir güzellik. Sahibinden tertemiz dalak. Hehehe esprilerim bile berbat. Allahım hemen iyileşmek istiyorum. 

İki gündür Suits izlemekten kendimi avukat sanmaya başladım. Hatta her an Harvey Specter kapımı çalacak, bir anlaşma yapmaya gelecek gibi hissediyorum. Onun karşı konulmaz karizmasına karşı koyup duman edeceğim Harvey Specter’i filan. Oof fena kitledim kendimi. Yatak, yemek ve Suits. Hasta olmasaydım güzel bir üçlü olurdu. Ve emzik misali elimden düşmeyen telefon. Saçma sapan kişilere kitledim vakit kovalamaca olsun diye.

Benim bir an ayağa kalkıp sosyal hayata dönmem lazim. Yoksa fena. 
En kötüsü daha tatile gidecektim ben yeaaaaa.

Aslında en büyük sorunum neye ihtiyacım olduğunu söyleyememek.

-Anne gel bir çorba yap bana.

1 Ağustos 2014 Cuma

Hayaller gardırobu



Bir gardırop düşün. Walk-in closet de olabilir madem hayal kuruyoruz biraz afili olsun. Ama tüm sevdiğin kıyafetler orada. Harikulade bir şekilde düzenlenmiş. Keten kumaş pantolonlar, ipek gömlekler. Renk renk kazaklar. En güzel kumaşlardan dikilmiş elbiseler. Çeşit çeşit ayakkabılar. Alice in Wonderland duygusu oluştuğunu düşün her dolabı açtığında. Aşk da böyle bir şey. (Aşk’ı benim gibi tanımlayanda olmamıştır kesin. Manyak mısın kızım millet kelebeklerden bahsediyor fini fini, sen gelmiş yok kütük yok dolap diyorsun.) Sığmayanı sokmaya çalışıyorum hayallerime. Olmayanı deniyorum, istiyorum. Belki iki kere zor giyeceğim bir ayakkabıya maaşımı yatırıyorum ama gidip alıyorum.

Giydirmeye çalışıyorum, eviriyorum çeviriyorum. Ters düze edip bir şekilde olması için uğraşıyorum. Yok olmuyor, ama illa sığdırmam lazım.

Yenilgiyi kabul edemiyorum, belki de bu yüzden uzatıyorum. Yok illa olacak. Kafaya koydum mu benim olacaksın bebeğim! Her şeye bir kulp bulmakta üstüme yoktur, eksikleri hataları görmekte gibi. Anında hop diye görürüm. Zaten Allah bir göz vermiş bana, bide radar yerleştirmiş beynime anında tehlikeyi seziyorum. Bu işin içinde bir sakatlık var diyorum cumburlop üstüne atlıyorum. Atlıyorum, çünkü akıllı insan kaçar ama ben tersini yapıyorum. Neyse ki özeleştiri yapabiliyorum, kendimi görüyorum yani canlar siz yormayın kendinizi. Bide kendimi değiştirmek zaman almasa..
                                                                                                                             
Ya bir kere 34 beden pantolonu 38 beden kıçıma niye sığdırmaya çalışıyorum ki? Bu arada lafın gelişi, 36 bedenim taaaam mi! Giy iste bedenine uygun. Yok zaten bir tikim var 36 dar mi geldi dünyanın en güzel kot pantolonu olsun almam yine de. Dur ya aliyim belki zayıflarsam, yok yok belki değil kesin kilo vereceğim o zaman giyerim. Diye aldığım kıyafetlerim çok oldu. Zorla giydirmeye çalıştığım şeyler, yanıma zorla yapıştırmaya çalıştığım kişiler, hep kıçımı açıkta bıraktılar. Hayır yok olmuyor, giyme, bazı şeyler askıda güzel.

Belki de en güzeli sığmasa da benim olsun istemem. En güzeli mi dedim? Neresi güzel bu işin? Aliyim dolabımda dursun giymesem de arada bakar bakar iç çekerim. Benim olduğu için sevinir ama giyemediğim için üzülürüm. Bu nasıl bir manyaklık arkadaşım, melankolizm dorukta ufuuu. Yıllarca niye zorladıysam. Bu kafayla niye yaşadıysam. Daha doğrusu nasıl yaşamışım.

Bunu elde edince anladım..

Bir yerden sonra bakmıyorsun bile. Bu işin mutluluğu uyuşturucu bağımlısından farksız. Kafa high bir şekilde o tutkunun peşinde koşmakmış benim zevk aldığım. Bebeğim bana iyi gelmiyorsun ama yine de seni istiyorum kafasi. Modası geçti. Yanıp tutuştuğum almak için çıldırdığım, ay yok istemem diye burun kıvırıyorum.

Somut bir örnek üzerinden anlatayım. Aldığım Isabel Marant’lar ayağımı sıktı. Ne nalet bir ayakkabıymış, tüm gün zor yürüdüm. Gerçi görünüşü hoşuma gidiyor. Ama inat ettim öleceksem gururlu bir şekilde gladyatörler gibi ölmem lazım diyerekten her attığım adımda ayak parmaklarım biraz daha öldü. O tatlı yaz yağmurunda yürümeği seven ben. Yarım saat yağmurun dinmesini bekledim. Ayaklarımı öldüren ayakkabıya kıyamadım, simdi ıslanacaklar filan ufuu. Ayakkabıları çıkarıp yalın ayak yürümeyi düşündüm gerçi. Ya ben ne ara böyle bir insan oldum ayakkabı derdine düşecek? Başlarım öyle ayakkabıya yürü iste yalın ayak mis gibi yaz yağmurun altında. Hiii ayakkabı diyorduk dimi? Valla en son onları çatı da bir yerde gördüm.

Aslında keyifli de gelmiyor değil bu tarz saçma şeylere kitlemek kendimi. Uğraşmıyorum dertler ile. Bildiğin gülüyorum, kahkaha patlatıyorum. Keyif alıyorum ya var mi ötesi? Bir ara emekli memur teyzeler gibi olmuştum, bir ciddiyet bir tripler. Aduuket diye her an bir trip atıyordum çevreme. Olayı çözdüm ki sanırsam.

Yakışmadı, yakıştırmak önemliymiş.

Huyunu suyunu değiştirmek yada bana uydurmak gibi bir çaba sarf etmiyorum. Açıkçası zorlamıyorum. Bana iyi gelmiyor mu? Güle güle bebeğim. Olduğu gibi yüreğime koymak istiyorum. Sevip sarmak. Yakışmıyorsa da, uymuyorsa da yakar giderim. Yani buraya kadarmış canim deyip barışçıl zeytin dalı uzatıp, nobel ödülü verecek değilim. Ortalığı yakmasam da bir laf sokarım illa. Yaaaniiii.  

Halen arada hayaller gardırobumun kapağını açıyorum, elbiseyi hayal ediyorum, firil firil bedenimi sardığını tenime değdiğini düşünüyorum. Sonra usulca kapatıyorum kapağını dolabın...


Bu arada yukarıda ki listeye güzel bakımlı sakal eklemeyi unutmuş Tomcuğum. Sakal diyorum Tom, nasıl unutursun.